Gökkuşağı

3 dk okumaTR
Gökkuşağı

Ustamız "Hadi işinizin başına geçin." diye seslendi. Her gün oturduğum tabureye geçtim ve önümdeki ipliklere baktım. Dokumaya başladım. Her düğüm attığımda sanki benim ile yarışıyormuş gibi yağmur damlaları gökyüzünden düşüyordu. Bir süre bu ritimde devam etti yağmur. Birden yağmur sesi kesildi ve sağımdaki kapıdan güneş ışınları yanağımı ısıttı. Şaşırmıştım ve merakla kapıdan dışarıya baktım. Gökyüzü rengarenk çizgilerle kaplanmıştı. Dikkatim dağıldı ve halı dokumasında yanlışlık yaptım. Ustamız, "Aisha, Neye bakıyorsun? İşine geri dön!" diye gürledi. Hemen önüme odaklandım. Renkler, desenler... Bu renkler tam gökyüzündeki çizgilere benziyordu. Heyecanla renkleri inceledim. Kırmızı, turuncu, sarı, yeşil... Gözümün ucuyla kapıdan dışarıya baktım, aynı renkler gökyüzünde dans ediyordu.

İlk önce kırmızı vardı. Yemek odasının köşesinde kıpkırmızı çiçekler görmüştüm, ancak odanın diğer ucundan kokularını alamamıştım. Keşke kokusunu alabilseydim, eminim ki o kadifeye benzeyen yapraklardan hayatla dolu bir koku yayılıyordu.


Sonra Turuncu; bu sabah yemekte çorba yemiştim. O da turuncuydu. Ağzımdan tadı kalmıştı. Keşke küçükken duyduğum masallar gibi renkli renkli, dağlarca yemeğim olsaydı.


Sıra sarıya gelmişti. Evimizin rengiydi. Babam tarlada çalışırken ben oturur ve onu izlerdim. Aynı zamanda tarlada otururken bana arkadaşlık yapan güneşi andırıyordu sarı. Keşke güneşin altında daha fazla gün geçirebilseydim.


Yeşil; evimizin yanındaki ormanı andırıyordu bu. Kardeşimle saatlerce oynardık. Ormanda yeşil ağaçlar gökyüzüne uzanırdı, tepemizde dallarla kaplı bir kalkan oluştururdu. Yine de güneş dalların arasından beni bulmayı başarırdı. Güneşin son ışıklarına kadar koşturur ve oynardık. Keşke oynamaya devam edebilseydim.


Sırada mavi var. Mavi annemi hatırlatıyordu. Onun gözleri maviydi. Kollarında uzanıp gözlerinin içine bakardım. Bana denizler ve uzak ülkeler hakkında masallar anlatırdı. Keşke annemin gözlerine bakarak daha fazla hikaye dinleyebilseydim.


Beş dakika mı yoksa beş saat mi olduğunu bilmiyordum. Dokumaya ilk kez bu kadar dalmıştım. Ellerim acıyordu. Beni keyiflendirmek istercesine dışarıdan kuşlar şarkı söylemeye başladı. Bana uzak bir ülkede yaşayan bolca arkadaşı ve oyuncağı olan bir kızın hikayesini anlatıyorlardı. Halıya baktım. Neredeyse sona gelmiştim ve dışarıdaki renkler hala gökyüzünde bir çizgi halindeydi.


Mor. Hayatımda sadece birkaç kere görmüş olduğum kağıt parayı hatırlattı mor bana. Rupee için çalışıyordum. Hayatımı mor bir kağıt için takas etmişlerdi. Ailemin borçlarını ödemek için, o mor para için çalışıyordum. Keşke dünyalar kadar mor param olsaydı.


Son olarak pembe vardı. Kardeşimin elinde bir defter görmüştüm, içinde anlamadığım şekiller vardı. Bu defter pembeydi. Her gün defteri kurcalar ve içindeki yazılanları öğreneceğim günü heyecanla beklerdim. Ama o gün gelmedi. Okula gidemedim. Benim pembe defterim olmadı. Keşke okula gidebilseydim ve ben de pembe defterime yazılar yazabilseydim.

Pembeyle tam işim biterken ustamız bize seslendi. "Yemek saati, hadi gelin." dedi. Böylelikle dışarı bir kere daha baktım. Gökyüzü bulutlarla kaplanmıştı, rengarenk havayı gri bulutlar kaplamıştı. Ayağa kalkarken yanağımda bir ısı hissettim. Gri bulutların arasından güneş bana gülümsüyordu. Çocukluğunu özlemiştim.

 

 

Bu hayale dayalı bir yazıdır. Ancak https://bagis.unicefturk.org sayfasına giderek bağış yapabilirsiniz.

Ayşe Su Özuğurlu